28.4.05

An ne vakit?

"Kırmızı" der parmağımızla gülü gösteririz. Gül bilmez kırmızıyı. Rengi bilen, kokuyu alan hep gülden başkasıdır. Ama herkes aynı şeyi de göremez, bazısı hiç görmez.

Çevremizdeki varlıklara atfettiğimiz özelliklerin aslında bizde bulunduğunu, dıştaki yansımanın bizdeki bir eksiği tamamlayarak varlık gösterdiğini düşünmeyiz bile. Duyumsama ve hayretlerimiz ötekiyle buluşmalarımızdır. Ancak "öteki"yi algılayabilecek yapıda ve hassasiyette oluşumuzun içinde bir bilgi gizlidir: Daha önce yaşayıp unuttuğumuz bir buluşma olmuştur ve bizde anahtarını bekleyen bir kilit vardır. Bunun gibi pek çok buluşmalar ile nice kilitler açılmış, daha nicesi açılacak. "Bak, bu kırmızı!" diyen aslında "Kırmızı bendedir, ben kırmızıyı görenim" demektedir.

Ruhsal yolculuğun bizleri getirip bıraktığı son algı duraklarından biri de An'dır. Düşüncemizdeki takvimsel zamanla, sonsuz zaman arasında bir ayırda varıp, bu sonsuz zamana "An" dedik. Aslında bunda da bir yenilik yok: bu topraklarda yüzyıllar boyu ellerini kalplerine götürerek "Dem bu demdir, dem bu dem..." diyenler aslında "An bu andır, An bu an..." demişler ve An'ın yerini göstermişler de, biz anlayamamışız, algılayamamışız.

Sanatını geliştirmiş ve "Bak, bu kırmızıdır" diyebilecek kıvama gelmiş Ruh daha da yetkinleşerek, dünü, bugünü, yarını bırakıp da "Bak, bu An'dır" demeye vardırmıştır işi. Bunu hakkıyla yapanlarla kulaktan dolma bir anlayışa sığınanlar, aynı trende olup da farklı istasyonlara giden yolcular gibidirler. Farklı istasyonları gönüllerine koyarlar. Yolun sonu görünmüyorsa, şuncacık An istasyonundan da ötesi var demektir. Yani Ruh'un algı sanatında daha da ileri gitmesinin, öğrenip yetkinleşmesinin, kilitlerin açılmasının ne zaman sonlanacağını ancak Yaradan bilir. Çoğunluk, yol üzerindeki istasyonlardan birini o kadar beğenir ki, trenden iner, orada yaşar, vardığını sanır. Bu yolcu o makamda bunalıp tükenirken tren yoluna devam eder. Ne mutlu ki bu hattan sürekli trenler geçmektedir, içinden el sallarlar.

İşte Ruh'un bu beğeni ve takılma arzusudur "An" denilen gül kırmızısının "iç"teki karşılığı. An, inilmemesi gereken bir istasyon ki, zaten orada inemezsiniz. An, gördüğüm değil, olduğumdur. Görünen varlığı ezip büzüp zihnimizde özetleyince dudaklarımızdan dökülen "An" aslında dışta değil. An, bizim kırmızımız, gül kokumuz. An, biziz. An O'na olan sevdamız. Kırmızı gibi An da yok aslinda. Olsa olsa bizdeki sevda var.

Birlik neymiş gel gör,
Can'lar ayrı olur mu?
Akan zaman, akan kan,
Kalpten gayrı döner mi?

An ne vakit söyle Dost.
Zaman, mekan, geçmiş han?
Söyle Dost, ne demek
Yüz bin yıl ayrı düşmek?

An ne vakit söyle Dost,
Gönlüm bilmez.
Tutunmak ister yüzüne,
Sevmek ister.

An hançerdir göğsümde,
Elim varmaz.
Senin yüzün hürmetine
Katlanırım acımaz.

Suavi, 2005

Hiç yorum yok: