3.4.06

Mavi Jojoba taneleri...

Ne zaman reklamlar başlasa içim kıpır kıpır olur. Şöyle bir cümle
duyunca gülmeye başlarım: « Mavi jojoba taneleri cildinizdeki siyah
noktaları... » (Bir reklam spotundan)

Medeniyetin ve teknolojinin gözünü seveyim. Büyü ve sihirli değnek
halt etmiş. Bu sihir araçlarının nasıl çalıştıklarını anlamaya gerek
yoktur. Doğru malzemeleri karıştırır ve uygun cümleleri söylerseniz
büyü gerçekleşir ;-) Anlamak ve anlamamakla ilgili bir şey değildir
bu. Ancak bugün hem bilimin dine, inanca ve batıl büyüye üstünlüğünü
savunup kendimizi gelişmiş ve aydın sayiyoruz, hem de nasıl
çalıştığını anlamadığımız mekanizmaları anlarmış gibi davranıyoruz.
Kaç üniversite okumuş kişi buzdolabının nasıl soğuttuğunu ya da
televizyonun nasıl çalıştığını bilir? 1000 yıl önce değirmenini ya da
sabanını elleriyle tamir edebilen köylüye kıyasla ne derece bilimle
yaşıyoruz? Hayır durum böyle değil. Yaşamımız kimlerin ya da neyin
elinde?

Bugün batılın tam kucağındayız. Sanat küratörü ve geleneksel felsefeci
Coomaraswamy batılı her yerde görür ve şöyle tanımlar: « Artık neye
yaradığını ve nasıl çalıştığını bilmeden kullandığımız mekanizmalar »
Ona göre Sanat bugün batıldır. İşlevinin ne olduğu konusunda kavga
etmekteyiz. Oysa sanat doğup gelişirken, günlük yaşamdaki yerini
korurken böyle bir tartışma yoktu. Bu benzetmeden yola çıkarak Batıl
kavramını her alana yayabiliriz. Bugün, sadece inançlar değil bütün
başka alanlar da bundan nasibini alıyor. Burada faydalı olacak
davranış « bu kritere göre benim hayatımda batıla yer var mı? » sorusunu sormak olacaktır.

Reklamlardaki « Lablı deterjanlar »dan, çamaşır suyu satmak için yere
zoom yapılarak gösterilen kötülük timsali mikroplardan, kısacası bütün politik, yarı-dini, yarı-bilimsel, pazarlama-kazanç endeksli yalan ve zanlardan kaçmanın ne denli zor ve bunlarla kuşatılmış olduğumuzu
görebilirsiniz. Zamanımızın insanının hipnoz altında olduğunu
rahatlıkla söyleyebiliriz. Günlük yaşam artık bir ninnidir.

Ancak durum umutsuz değil. Herşeyin sahtesinin ortalıkta dolaşması,
her yanlışın arkasında doğruların gizlendiği anlamına gelir ve bu
perdeleri yırtmak mümkündür. Ancak burada ince bir nokta vardır. Yanan bir odanın kapısı (alevler gizlese de) her zaman açıktır. Bu kapıdan çıkmak için paradoksal davranmak ve ateşe atlar gibi görünmek gerekir. Herşeyin hakikati o kadar perdelidir ki, bu görüntüye bakarak bütün hatalardan (batıldan) kaçarsak gerçeklerden hiçbirini keşfedemeyiz. Ya hep ya hiççi olmakla ilerlenmiyor. Kendi hakikatimiz ise en perdeli olanıdır. İnsanın soyut ve somut varlık alanlarının kesişimindeki bir varlık olduğu konusunda bir dostumun söylediklerini önemli buluyorum. Madde ve madde olmayan, bilim ve maneviyat insanın iki kanadıdır, ama her ikisi de « hakiki » olmalıdır. Yanlış tasarlanmış kanat takan "Dahi" Leonardo da Vinci yamaca çakılmıştı. İkarus bile efsanevi bir karakter olsa da, yapma kanatlarının tüylerini yapıştıran balmumu güneşin ısısıyla erimiş, "kahramanımız" yine yere çakılmıştı. Kanatlar hakiki ve kendimizin olmalıdır. Böyle olduklarında görürüz ki ikisi de özdeştir. Bilim sindirilmiş, Ruhsallık da bilimsel olmuş, birleşmişlerdir.

Güneş tutulması gibi spekülasyon malzemesi yapılmış bir olay vesilesiyle bunları bir kez daha gözden geçirmekte fayda var. (Bu yazı 29 Mart'ta güneş tutulması yaşanmış bir günde yazıldı.)